dugme
17 Ekim 2011 Pazartesi
2012 2013 Armine pardesü modelleri, Armine yazlık pardesü modelleri,2011 2012 Armine pardesü modelleri, 2011 2012 pardesü modelleri resimleri, armine beyaz perdesü, armine dri pardesü, armine pardesü resimleri, armine pembe pardesü, armine siyah pardesü, Armine yazlık pardesü modelleri, pardesü modelleri
Doğum sonrası depresyon
Doğum sonrası dönemde anne rolüne alışmak ve yeni sorumluluklar, bazı annelerin depresyona girmesine yol açıyor. Uzmanlar, her yeni annenin bir profesyonelden yardım alması gerektiğini söylüyor.
Memorial Hizmet Hastanesi Psikoloji Bölümü'nden uzman psikolog Sevda Sevimli Yurtseven, doğum sonrası depresyonu ve tedavi yöntemlerini anlattı:"Doğum sonrası depresyon, annenin ve dolaylı olarak çocuğun sağlığını etkileyen önemli sorunlardan biri. İlk günlerde, 'postpartum blues' denilen 'doğum hüznü' sıklıkla görülebilir. Bu durum, annelerde gözlenen normal sınırlardaki endişe ve üzüntü halidir. En fazla 10 gün sürer, kendiliğinden ya da sosyal destekle kaybolur.
Doğum sonrası depresyonsa bir ay sonra başlayan ve müdahale edilmezse 6-12 ay devam eden ciddi psikolojik travma haline gelir. Annede; aşırı yorgunluk, uykusuzluk, bedensel şikayetler, ağlamalar, iştahsızlık ya da aşırı yemek yeme, umutsuzluk, aktivitelerden zevk alamama, suçluluk duyguları ortaya çıkar. Daha ağır durumlardaysa kendini suçlama, ölüm düşünceleri veya girişimleriolabilir. Hatta bebeğe zarar verme düşünceleri veya davranışları da gelişebilir.
Depresyonun nedenleri
Doğum sonrası depresyon sıklığının oranı, yüzde 5-20 arasında. Nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte;
Annenin aile içinde yaşadığı ekonomik zorluklar,
Sosyal desteğin yetersiz olması,
Eşle ilgili sorunlar yaşanması,
Ölüm- ayrılık gibi beklenmeyen olaylar,
Planlanmamış gebelikler,
Çok doğum yapmış olmak,
Annenin daha önceki gebeliklerde depresyon geçirmiş olması,
Bebeğini anne sütüyle beslememe,
Kayıpla sonlanan gebelik ve doğum deneyimleri,
Erken anne-bebek ayrılığı,
Bebeğin bakımıyla ilgili duyulan kaygılar etkili oluyor.
Anne farkında olmayabilir
Doğum sonrası depresyon sık görülmesine karşın çoğu kez tanı konulamıyor. Bunun nedenleri; kadının olumsuz duyguları nedeniyle kendini suçlu hissetmesi, utanması, hangi uzmana başvuracağını bilemiyor olması, sosyal çevre tarafından eleştirilme korkusu, bebeğe çevrenin gösterdiği ilgi nedeniyle olumsuz duygularını saklama eğilimi olabilir. Çoğu kadınsa bu sorunları depresyon olarak adlandıramayıp destek arayışı içine girmiyor. Ülkemizde birinci basamak sağlık hizmetlerinin tam olarak gelişmemiş olması da bu tür sorunları olan kadınların belirlenmesinde zorluklara neden oluyor.
Risk, gebelikte belirlenebiliyor
Gebeliğin 36'ncı haftasında anne adaylarına kapalı zarf içinde bir anket formu ve depresyon testi veriliyor. Bu form, uzman psikolog tara-fından inceleniyor. Edinilen bilgilerle risk altındaki gebeler belirleniyor ve psikolojik bilgilendirme yapılıyor. Doğumdan sonraki bir ay içinde depresyonu belirleyen bir test uygulanıyor ve bireysel ya da aile psikoterapisi veya ilaç tedavisiyle anneye yardım ediliyor."
Milliyet
Göğüs Hastalıkları, Şifalı Bitkiler, balgamlı öksürük, pnomani, saplıcan, yüksek ateş, zatüree
Hastalığa tıp literatüründe “pnömani” denir. Üç türü vardır:
Virüs Zatürreesi: Virüslerin neden olduğu bir çeşit zatürreedir. Ya aniden, ya da soğuk algınlığı sonunda görülür. Lober pnömoniden daha hafiftir. Hastanın ateşi 39 dereceye kadar çıkar. Kendini son derece bitkin hisseder. Öksürüğü kuru fakat az balgamlıdır. Kol ve bacaklarında ağrı, sızlalamalar vardır.Lober Pnömoni : Pnömokok adlı mikropların sebep olduğu had akciğer
iltihabıdır. Mikroplu tozlar, aşırı yorgunluk, soğuk algınlığı ya da uzun süre güneşte bulunma hastalığa zemin oluşturur. Hastalık ani baş ağrısı, titreme, kusma ve sırt ağrıları ile başlar. Ateş, 40 dereceye kadar yükselir. Ancak 10 günden sonra düşmeye başlar. Öksürük, kısa sürelidir. Balgam, yapışkan ve kanlıdır. Yüz kızarık, dudak kenarları kabarık, cilt kuru ve dil paslıdır. Geceleri geç saatlerde nöbet gelebilir.
iltihabıdır. Mikroplu tozlar, aşırı yorgunluk, soğuk algınlığı ya da uzun süre güneşte bulunma hastalığa zemin oluşturur. Hastalık ani baş ağrısı, titreme, kusma ve sırt ağrıları ile başlar. Ateş, 40 dereceye kadar yükselir. Ancak 10 günden sonra düşmeye başlar. Öksürük, kısa sürelidir. Balgam, yapışkan ve kanlıdır. Yüz kızarık, dudak kenarları kabarık, cilt kuru ve dil paslıdır. Geceleri geç saatlerde nöbet gelebilir.
Bronköpnomoni: İyi tedavi edilmemiş grip, boğmaca, bronşit ya da kızamıktan sonra ortaya çıkar.Akciğer ve bronşların yer yer iltihaplanmış
olması başlıca sebebidır. Hastalık, bronşit gibi başlar, önlem alınmadığında 2-3 gün içinde ağırlaşır. Ateş sabahları 38 dereceykenken akşamları 40 dereceye kadar yükselir. Hastada öksürük, iltihaplı ve bazen de kanlı, balgamlıdır. Hasta halsiz, nefes almakta güçlük çeken; ve rengi soluk durumdadır.
olması başlıca sebebidır. Hastalık, bronşit gibi başlar, önlem alınmadığında 2-3 gün içinde ağırlaşır. Ateş sabahları 38 dereceykenken akşamları 40 dereceye kadar yükselir. Hastada öksürük, iltihaplı ve bazen de kanlı, balgamlıdır. Hasta halsiz, nefes almakta güçlük çeken; ve rengi soluk durumdadır.
Zatüreeye yakalanan kişinin ciğerleri su toplar. Hastayı tedavi etmek
için ısırgan otu bir kapta lapa hâline gelinceye kadar kaynatılır. Daha sonra elde edilen bu lapa, hastanın sırtına sürülür. Bu lapa, hastanın ciğerlerindeki suyun dağılmasını sağlar.
Normal zatüreeyi tedavi etmek için de hastaya karanfil kaynatılıp içirilir. Karanfil hastanın öksürüğüne iyi gelir.
Isırgan otunun haricen vücuda tatbik edilmesi kulunç ve iç organlardaki suları dağıtarak hastanın şifa bulmasını sağlar.
Karanfilin öksürüğe iyi gelmesinin yanı sıra terletici, mikrop öldürücü ve ateş düşürücü özelliği de mevcuttur.
için ısırgan otu bir kapta lapa hâline gelinceye kadar kaynatılır. Daha sonra elde edilen bu lapa, hastanın sırtına sürülür. Bu lapa, hastanın ciğerlerindeki suyun dağılmasını sağlar.
Normal zatüreeyi tedavi etmek için de hastaya karanfil kaynatılıp içirilir. Karanfil hastanın öksürüğüne iyi gelir.
Isırgan otunun haricen vücuda tatbik edilmesi kulunç ve iç organlardaki suları dağıtarak hastanın şifa bulmasını sağlar.
Karanfilin öksürüğe iyi gelmesinin yanı sıra terletici, mikrop öldürücü ve ateş düşürücü özelliği de mevcuttur.
Pişik ve Tahrişlerde Bitkisel Çözümler,Egzama, faydalı bitkiler, isilik, kızarıklık, pişiğin bitkisel tedavisi, pişik, pişik bitkisel tedavi, Şifalı Bitkiler, tahriş.
Pişikler ve cilt tahrişleri özelliklerde bebeklerde görüldüğünde çok can sıkıcı ve acı verici olmaktadır. Pişik ve cilt tahrişlerine genelde sentetik giysilerle temas, bölgenin nemlenmesi ve gıdalara karşı hassasiyet neden olur. Bazı ev çareleri ile pişikler ve cilt tahrişlerini düzeltebilirsiniz.
Tahriş ya da pişik olan bölgenin mümkün olduğunca hava alması sağlanmalı, domates, narenciye, tatlılar bir süre yenilmemelidir.
Aynısafa ve adaçayını karıştırarak yapılan çay ile sık aralıklarla pansuman yapın.
Yoğurt bölgeye sürülürse yatıştırır ve iyileştirir.
Aloe vera jeli, e vitamini yağı, sarımsak yağı, zeytinyağı ayrı ayrı bölgeye uygulanabilir.
Vazelin ve mısır nişastası karıştırılarak yapılan hamur bölgeye sürülür.
Kızarıklık olan yere hindistan cevizi yağı ya da balık yağı sürün.
Sıçankulağı bitkisini suda haşlayarak lapa yapın ve bölgeye sararak 5-10 dakika beklettikten sonra kurulayın.
Kasık otu ile çay demlenir ve spreyli bir şişeye koyularak tahriş olan yere arasıra sıkılır.
Horoz ibiği çiçekleri suda haşlanarak elde edilen sıvı sürülür.
Ceviz yapraklarından çay yapılarak pamuk yardımı ile tahriş olan bölgeye sürülür.
Dulavratotu çayı ile bölge silinir.
Yetişkinler ısırganotu çayını içerek ve sürerek, çocuk ve bebeklerde tahriş olan bölge silinip kurulanarak kullanılır.
ayak mantarına iyi gelen bitkiler, ayak sağlığı, şifalı bitkilerle ayak mantarı tedavisi.
Ayak mantarları dermofit isimli canlıların ayaklarda yolaçtığı enfeksiyondur. Ölü deri hücrelerinin üzerine yerleşen bu mantarlar genellikle ayak parmakları arasına yerleşir. Oldukça bulaşıcı bir deri problemidir.
Ayak mantarlarının en sık görülen belirtisi parmak aralarındaki kaşıntıdır. Nemli kalan ayak yüzeylerinde beyaz lezyonlar oluşur. Yanma hissi, kabarcıklar ve iltihaplanma kaşıntıyı takip eder ve kızarıklıkla birlikte keskin koku duruma eşlik edebilir.
Mantar problemi olanlar yüksek maya içeriği olan ürünleri yememeli, alkol, şeker ve gazlı içecekleri azaltarak, sağlıklı tahıl içeren bir diyet izlemelidir. Taze sebze ve meyveler tüketilmeli, kızarmış ve yağlı gıdalardan kaçınılmalıdır.Mantar gelişimi için nem en önemli etkendir. Ayakların nemli olduğu tüm yüzeylerde örneğin duş, banyo, yüzme havuzu gibi yerlerde sıklıkla bulunup bulaşabilir. Çorap ve ayakkabı paylaşımı ya da evcil hayvanlarla temas yoluyla bulaşabilir.
Mantar oluşumunu önlemek ve tedaviyi kısaltmak için ayaklar her zaman kuru tutulmalıdır. havlu yerine saç kurutma makinesi kullanmak ve parmak araları için terlemeyi önleyici losyonlar kullanmak faydalı olmaktadır. Çoraplar pamuklu olmalı, ayakkabılar pamuk ya da nemi emecek kağıt bazlı bir madde ile temizlenmelidir. Ayakkabı seçiminde doğal maddeler tercih edilmeli, ayak temizliğinde doğal sabun kullanılarak parfümlü ve boyalı temizleyici ve sabunlardan kaçınılmalıdır. Ayakkabılar sıkı olmamalı ve mümkün olduğunca açık – hava alan ayakkabılar kullanılmalıdır. Halka açık yerlerde çıplak ayakla gezilmemelidir.
Ayak mantarını gidermek için önerilen çözümler:
Yüzeyi mantar olan alanları sarımsak ile ovarak 5 dakika beklemek ve ayakları yıkayarak iyice kurulamak gerekir. İşlem hergün tekrarlanmalıdır.
Dörtte bir oranında elma sirkesi eklenmiş ılık suda ayakları bekleterek yıkayın ve kurulayın.
Mantarlı alanlara çay yağı sürülmelidir.
3 dal taze fesleğen su ile blenderdan geçirilir. Sıcak suya eklenerek ayakları 30 dakika içinde bekletilir.
1 litre kaynamış suyun içine 1 tatlı kaşığı tarçın eklenerek ayaklar banyo yapılır.
Kabartma tozunun içine su damlatılarak bir hamur yapılır ve mantarlı bölgelere sıvanarak 15 dakika bekletilerek ayaklar yıkanır.
Ayak aralarına mısır nişastası serpmek kaşıntıyı ve nemi alır.
Her sabah sarımsak yutulur.
Kabarma ve kaşıntıyı geçirmek için lavanta yağı kullanılır.
Ayakları ılık çay banyosuna sokun. Çayda mantar öldürücü tannik asit bulunmaktadır ve aynı zamanda kaşıntıyı engeller.
Sıcak suyun içine 2 damla kekik, 2-3 damla çay ağacı yağı, 2-3 damla sardunya yağıeklenerek ayaklar bu suda bekletilir.
alintidir
Gözaltı Morluklarında Bitkisel Çözümler,Cilt Lekelerine Bitkiler, Cilt Sorunları, Güzellik, göz altı morluğu, gözaltı halkaları, gözaltı koyuluğu, gözaltı şişliği.
Gözaltı morlukları ve koyu renk çemberlenmesi çok güzel bir yüzü çirkin gösterebilir. Gözaltı morlukları genellikle sağlıksızlığın bir işareti olarak düşünülür. Ailesel kalıtım başta olmak üzere oluşmaları için oek çok neden vardır.
Yaşın ilerlemesi gözaltı morlukları için ana faktördür. Yaşlandıkça deri kurur ve gözaltı morluk ve torbaları daha belirginleşir.
Stres bir diğer nedendir. Aşırı iş yükü, para sorunları ya da hayata dair pek çok durum stres artışına ve gözaltı lekelerine sebep olabilir.
Uykusuzluğun gözaltı sorunlarına başka bir nedendir. Yeteri kadar uyumayanların gözaltları koyulaşır ve torba oluşur.
Susuz kalmakta gözaltı morluklarına sebep verebilir. Ayrıca beslenmesinde eksiklikler olanlarda da bu problem görülmektedir.
Gözaltı morluk ve şişliğinden şikayetçi olanlar beslenmesine çok dikkat etmeli ve bol su içerek toksinlerin dışarı atılmasını sağlamalıdır. Beslenmede taze meyve ve sebzeler, tahıllar ve meyve sularına ağırlık verilmelidir. Kahvaltı atlanmamalı ve yeteri kadar uyumaya özen gösterilmelidir. Kafein, alkol ve sigara gibi zararlı alışkanlıkların gözaltı sorunlarında büyük önemi vardır. Bu tür şeylerin kullanımı kısıtlanmalıdır.
Gözaltı morluklarını önleyici ve giderici önlemler:
* İki günde bir birer dilim salatalık gözlere yerleştirerek 15-20 dakika bekletilmelidir.
* Badem yağı ve bal karıştırılarak yatmadan önce gözaltlarına sürülmeli ve gece kalmalı, sabah ılık su ile yıkanmalıdır. 2-3 hafta içinde sonuç alınmaya başlayacaktır.
* İşi bitmiş çay poşetleri soğuk halde günlük olarak gözlerede 10-15 dakika bekletilmelidir.
* Taze nane yaprakları iyice kıyılarak limon suyu eklenerek hamurumsu bir karışımelde edilir. Göz altlarına yayılarak 10-15 dakika bırakılmalı. Günlük olarak devam edilmelidir.
* Gülsuyu ile ıslatılmış pamuk toplarını gözde 5-6 dakika bekletilmelidir.
* Saf hinytağı ile masaj yapılabilmektedir.
* Çemen otu ya da unu kaymak ile karıştırılarak göz altlarına sürülür ve 10-15 dakika bekletilir.
* Eşit miktarlarda domates suyu, bal, limon suyu ve zerdeçal karıştırılarak yapılan sıvı gözlere sürülerek 15 dakika bekletilir. Soğuk su ile yıkandıktan sonra zeytinyağı ile dairesel hareketlerle masaj yapılır.
* Patates dilimleri ya da patates suyu ile ıslatılmış pamuklar gözde 15-20 dakika bekletilir.
* Göz altına sıvı K vitamini sürülür. Morlukları gidericidir.
* Gece yatmadan önce göz çevresine sıvı E vitamini ile masaj yapılır.
* Bir kumaş içine sarılan buz küpleri ile soğuk kompres yapılır. damarları açar ve dokuları beyazlatır.
* Zerdeçal ile ananas suyu ya da zerdeçal ile badem yağı karıştırılarak 2 saat bekletildikten sonra ılık suyla yıkanır.
* Göz kapaklarına sıcak su buharı uygulanır.
* Her sabah 1 servis kaşığı bal yenir.
* Yarım kilo havuç ve 50 gram kişniş karıştırılarak suyu çıkarılır ve 2 ay boyunca hergün içilir.
Göz altı sorunlarının oluşmaması için güneş gözlüğü kullanılmalı, dumandan, alerji yapan parfümler, polen vs. kaçınılmalı ve gözaltlarına düzenli olarak masaj yapılmalıdır.
Kaş makyajı nasıl yapılır?
Kaşlar yüzün karakteristik görünümünde büyük rol oynar. O yüzden kaşların iyi biçimlendirilmesi önemlidir...
Kaşlarınız seyrekse veya şekli düzensiz ve dengesizse, kusurları göz kalemiyle kamufle edebilirsiniz. Ancak bu işi çok itinayla yapmalısınız. Kaşlara kesintisiz bir çizgi çekmekten sakınmalı, sanki kıl varmış gibi çok küçük ve yan çizgilerle, hafif vuruşlarla boyamalısınız.Açık renk kaşlar, kahverengi veya gri kalemle belirlenmelidir. Hatta altın kahve tonları da açık renk kaşlar için uygundur. Daha koyu renkteki kaşları da uygun koyulukta kalemlerle boyamalısınız.
Kırışıklıklar İçin Bitkisel Tarifleri
KIRIŞIKLIKLAR İÇİN DOĞAL TARİFLER | ||
Ciltteki kırışıklıklar her kadının kabusudur. İşte kırşıklıklardan kurtulmak için maske tarifleri...Kadının güzellik sırrı buzdolabında saklı... Yumurta akı-bal maskesi: 1 yumurta akı ile 2 yemek kaşığı çiçek balı iyice karıştırılır, yüze sürülür ve 20 dakika etkilenmeye bırakılır. Süre sonunda yüz ılık suyla yıkanır. Her gün ısırganotu çayı ile yıkanan yüz gerginleşir. Kaymak, Elma maskesi: Bu maskeyi hazırlamak için soyulmuş bir elma ve üç kaşık kaymağı mikserle bir kaç dakika karıştırmanız yeterli. Karışımı cildinize yaydıktan sonra temiz bir bezle yüzünüzü kapatın. Yaklaşık on dakika bekledikten sonra maskeyi silin ve yüzünüzü ılık suyla temizleyin. Faydası: Kaymak cildi yumuşatır, nemlendirir ve cilde elastikiyet kazandırır. Kırışıklara karşı da etkilidir. Elma ise cildin diri kalması için önemli bir besindir. |
Badem Yağı: Aynı miktarlarda acı badem yağı, pirinç unu ve 1 yumurtanın sarısını bir kabın içinde iyice karıştırın.Daha sonra krem kıvamına gelinceye kadar süt ilave ederek yoğurun.Hazırladığınız kremi banyodan bir saat önce cildinize masaj yaparak sürün.Bu maskeyi haftada bir kez uygulayabilirsiniz.
Bal Maskesi
1 Çorba kaşığı bal,
1 fincan limon,
2 adet yumurta akı,
1 çorba kaşığı badem yağı,
yarım fincan süt karştır kırışık bölgelere uygula.
1 Çorba kaşığı bal,
1 fincan limon,
2 adet yumurta akı,
1 çorba kaşığı badem yağı,
yarım fincan süt karştır kırışık bölgelere uygula.
Kırışıklık Maskesi
1 tatlı kaşığı zeytinyağı
1 tatlı kaşığı şap tozu
1 adet yumurta akı
Tüm malzemeleri karıştırın cildinize uygulayın. 20 dakika bekletip yıkayın.
Kırışıklık maskesi
1 tatlı kaşığı pastane mayası
1 yumurta akı
Malzemeleri karıştırıp cildinize uygulayın. 20 dakika bekletip ılık su ile yıkayın.
Kırışıklık Maskesi
Soya fasulyesi unu
3 yumurta akı
1 fincan süt
1 tatlı kaşığı bal
1 tatlı kaşığı tereyağı
Tüm malzemeleri karıştırıp hamur haline getirin. Elde ettiğiniz hamuru güneşte kurutun ve ovarak toz haline getirin. Üzerine 1 tatlı kaşığı tereyağı ve 1 tatlı kaşığı bal ilave edin. Elde ettiğiniz karışımı cildinize sürün en az 1 saat bekletin.
2012 Kanepe Modelleri yeni,2012 MODEL CIVIL CIVIL RENGARENK MODERN SIK KANEPE MODELLERI,2012 Kanepe Modelleri
2012 Kanepe Modelleri yeni,2012 MODEL CIVIL CIVIL RENGARENK MODERN SIK KANEPE MODELLERI,2012 Kanepe Modelleri
2012 Halı Modelleri,En Yeni Halı Modelleri,Deri Halı Modelleri 2012,2012 Kaşmir Halı Modelleri,
15 Ekim 2011 Cumartesi
Türkiye'de 10 erişkinden 4'ünün fazla kilolu,kilo sorunu
Türkiye'de 10 erişkinden 4'ünün fazla kilolu, 3'ünün ise obez olduğu açıklandı. Ayrıca yine ülkemizde erişkinlerden yüzde 70-80'i de bel ağrısı çekiyor
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Ünitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Okan Yıldız, Türkiye'de 10 erişkinden 4'ünün fazla kilolu, 3'ünün ise obez olduğunu söyledi.
Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD) tarafından düzenlenen 13. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, Antalya'nın Belek beldesinde devam ediyor. Kongre kapsamındaki basın toplantısında konuşan Prof. Dr. Bülent Okan Yıldız, obezitenin 1970'lerden sonra dünyada salgın hastalık haline geldiğini söyledi.
Türkiye'nin de bu salgından kaçamadığını ifade eden Yıldız, Türk toplumunun şişmanladığını vurguladı. Yıldız, ''2009 yılında 199 ülkede yapılmış bir çalışmaya göre, dünyada 1,5 milyar fazla kilolu, 502 milyon obez erişkinin olduğu görüyoruz. 18 yaş altında 170 milyon çocuk ise obez. 1970'lerden sonra bizde obezite arttı. Türkiye'de de 10 erişkinden 4'ü fazla kilolu, 3'ü ise obezdir'' dedi.
Obezite ve fazla kilonun başta diyabet olmak üzere birçok hastalığa neden olduğunu dile getiren Yıldız, buna bağlı olarak Türkiye'de diyabet görülme sıklığının yüzde 12-14'e kadar çıktığına dikkati çekti.
Bireysel çözümlerle obeziteyle mücadelede sonuç alınamayacağını belirten Yıldız, ''Dünyada her 50 kişiye bir hızlı gıda tüketim zinciri şubesi düşmektedir'' dedi.
-Hekim hatasını dava eden hasta sayısı arttı-
Adli Tıp Uzmanı Nur Birgen, Türkiye'de tıbbi uygulama hatalarıyla ilgili dava süreçlerinde artış yaşandığını söyledi. 2004 yılında hekim hatalarını dava eden hasta sayısının 600 civarında iken bugün 1100-1200'leri bulduğunu ifade eden Birgen, ''Yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girdikten sonra hekimlerin yargılanmasına yol açıldığı düşüncesiyle insanlar haklı ya da haksız olduğunu gözetmeden suç duyurusunda bulunuyorlar'' dedi.
ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, bu ülkede açılan 5 davadan 1'inde hekimlerin suçlu bulunduğunu ve tazminat ödediklerini dile getiren Birgen, ''Türkiye'de çok dava açılıyor ama yüzde 25 civarında tıbbi uygulama hatası tespit ediliyor. İnsanlar aslında gereksiz yere dava açıyorlar'' diye konuştu.
Bakılan hasta sayısının fazla olması nedeniyle hasta ile hekimin yeterince iletişim kuramadığına dikkat çeken Birgen, hastaların çevrelerinden fazla etkilenerek dava sürecine başvurduğunu söyledi. Açılan tazminat davalarındaki artışa dikkat çeken Birgen, ''Tazminat davalarındaki artışı ben ekonomik nedenlere de bağlıyorum. Biraz daha zenginleşebilir miyim kaygısı ile hareket edilebiliyor'' dedi.
-En çok kadın doğum uzmanları şikayet ediliyor-
Yapılan şikayetlerin yüzde 35'ini cerrahinin oluşturduğunu vurgulayan Birgen, bu alanda daha çok kadın doğum uzmanlarının, dahiliye de ise çocuk ve kardiyoloji uzmanlarının dava edildiğini söyledi.
Yargıtay'ın son yıllardaki uygulamalarında, hastanın çok ciddi şekilde bilgilendirilmesi, bilgilendirme sonrasında onama formuna imzayı atmış olmasının araştırıldığını kaydeden Birgen, uzmanlık derneklerinin standart onama formu oluşturmasının, onama sürecindeki sıkıntıyı giderilebileceğini söyledi.
Hekimlerin zaman darlığı nedeniyle hastayı yeterince bilgilendiremediğinden şikayet ettiklerini vurgulayan Birgen, hekime yönelik açılan davaların 5-10 yıl sürebileceğini kaydetti.
-Tansiyonu yüksek hasta sayısı artıyor-
Basın toplantısında konuşan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Erdem, hipertansiyonun Türkiye'de önemli sağlık sorunlarından biri olduğunu belirterek, ''3 erişkinden birinin tansiyonu yüksek durumda'' dedi.
Erdem, önümüzdeki 4 yıl içinde tansiyonu normal olanların bile yüzde 23'ünün hipertansif olacağını iddia etti. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşların aktif olarak hipertansiyonla uğraşması gerektiğini kaydeden Erdem, obezite ve tuz tüketiminin azaltılmasının önemine dikkati çekti. Erdem, ''Batılı toplumlar kişi başı günlük 12-14 gram olan tuz tüketimini 10 grama düşürdüler, 6 grama düşürmek için çalışıyorlar. Bizim de 18 gram olan tuz tüketimini hep birlikte indirmemiz gerekiyor'' diye konuştu.
-Hepatit B'nin tedavisinde başarı oranı düşük-
Başkent Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Birol Özer, dünyada 350 milyondan fazla insanın Hepatit B virüsü ile enfekte olduğunu bildirdi. Asya ülkelerinde hepatit B sorunun ciddi olarak devam ettiğini kaydeden Özer, 5 yıldır yeni doğanlarda aşılamanın başlamasıyla birlikte Türkiye'de hastalığın sorun olmaktan çıkacağını ancak erişkinlerde hastalığın öneminin devam ettiğini söyledi.
Hepatit B'nin tedavisinde ilaçla başarı oranının yüzde 10 olduğunu bildiren Özer, ''Türkiye'de 3 milyon kişi hepatit B virüsü taşıyor. 3 milyonun yüzde 10'u gerçekten tedavi olması gereken hasta grubu. 200 bin kişinin ciddi tedavi alması gerekiyor ama 39 bin kişiyi tedavi edebiliyoruz'' diye konuştu.
Dünyada 1 milyon civarında kişinin hepatit C virüsü taşıdığını bildiren Doç. Dr. Birol Özen, hepatit C hastalarının alkol kullanmamaları gerektiğini vurguladı.
-Bel ağrısı-
Kongre Genel Sekreteri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Ertenli, kronik hastalıkların arttığına dikkat çekerken, ''Kronik hastalıklardan kaynaklanan ölüm olayları Somali gibi geri kalmış ülkelerde bile enfeksiyon hastalıklarından ölenlerin sayısından daha fazla'' dedi.
Bel ağrısının şişe çektirme, bel çektirme, sülük koyma gibi yöntemlerle tedavi edilmeye çalışıldığını ifade eden Ertenli, ''Bu insanın cildini tahriş etmekten başta işe yaramıyor'' diye konuştu.
Erişkin yaş grubunda bel ağrısı sıklığının yüzde 70-80 olduğunu belirten Ertenli, bunların yüzde 90-95'ini basit bel ağrısının oluşturduğunu kaydetti. Her bel fıtığında ameliyat gerekmediğini vurgulayan Ertenli, bel fıtığının dinlenme ve ilaç kullanımı ile 4-12 hafta arasında geçebildiğini söyledi.
Kongre, 9 Ekim'de sona erecek.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Ünitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Okan Yıldız, Türkiye'de 10 erişkinden 4'ünün fazla kilolu, 3'ünün ise obez olduğunu söyledi.
Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD) tarafından düzenlenen 13. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, Antalya'nın Belek beldesinde devam ediyor. Kongre kapsamındaki basın toplantısında konuşan Prof. Dr. Bülent Okan Yıldız, obezitenin 1970'lerden sonra dünyada salgın hastalık haline geldiğini söyledi.
Türkiye'nin de bu salgından kaçamadığını ifade eden Yıldız, Türk toplumunun şişmanladığını vurguladı. Yıldız, ''2009 yılında 199 ülkede yapılmış bir çalışmaya göre, dünyada 1,5 milyar fazla kilolu, 502 milyon obez erişkinin olduğu görüyoruz. 18 yaş altında 170 milyon çocuk ise obez. 1970'lerden sonra bizde obezite arttı. Türkiye'de de 10 erişkinden 4'ü fazla kilolu, 3'ü ise obezdir'' dedi.
Obezite ve fazla kilonun başta diyabet olmak üzere birçok hastalığa neden olduğunu dile getiren Yıldız, buna bağlı olarak Türkiye'de diyabet görülme sıklığının yüzde 12-14'e kadar çıktığına dikkati çekti.
Bireysel çözümlerle obeziteyle mücadelede sonuç alınamayacağını belirten Yıldız, ''Dünyada her 50 kişiye bir hızlı gıda tüketim zinciri şubesi düşmektedir'' dedi.
-Hekim hatasını dava eden hasta sayısı arttı-
Adli Tıp Uzmanı Nur Birgen, Türkiye'de tıbbi uygulama hatalarıyla ilgili dava süreçlerinde artış yaşandığını söyledi. 2004 yılında hekim hatalarını dava eden hasta sayısının 600 civarında iken bugün 1100-1200'leri bulduğunu ifade eden Birgen, ''Yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girdikten sonra hekimlerin yargılanmasına yol açıldığı düşüncesiyle insanlar haklı ya da haksız olduğunu gözetmeden suç duyurusunda bulunuyorlar'' dedi.
ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, bu ülkede açılan 5 davadan 1'inde hekimlerin suçlu bulunduğunu ve tazminat ödediklerini dile getiren Birgen, ''Türkiye'de çok dava açılıyor ama yüzde 25 civarında tıbbi uygulama hatası tespit ediliyor. İnsanlar aslında gereksiz yere dava açıyorlar'' diye konuştu.
Bakılan hasta sayısının fazla olması nedeniyle hasta ile hekimin yeterince iletişim kuramadığına dikkat çeken Birgen, hastaların çevrelerinden fazla etkilenerek dava sürecine başvurduğunu söyledi. Açılan tazminat davalarındaki artışa dikkat çeken Birgen, ''Tazminat davalarındaki artışı ben ekonomik nedenlere de bağlıyorum. Biraz daha zenginleşebilir miyim kaygısı ile hareket edilebiliyor'' dedi.
-En çok kadın doğum uzmanları şikayet ediliyor-
Yapılan şikayetlerin yüzde 35'ini cerrahinin oluşturduğunu vurgulayan Birgen, bu alanda daha çok kadın doğum uzmanlarının, dahiliye de ise çocuk ve kardiyoloji uzmanlarının dava edildiğini söyledi.
Yargıtay'ın son yıllardaki uygulamalarında, hastanın çok ciddi şekilde bilgilendirilmesi, bilgilendirme sonrasında onama formuna imzayı atmış olmasının araştırıldığını kaydeden Birgen, uzmanlık derneklerinin standart onama formu oluşturmasının, onama sürecindeki sıkıntıyı giderilebileceğini söyledi.
Hekimlerin zaman darlığı nedeniyle hastayı yeterince bilgilendiremediğinden şikayet ettiklerini vurgulayan Birgen, hekime yönelik açılan davaların 5-10 yıl sürebileceğini kaydetti.
-Tansiyonu yüksek hasta sayısı artıyor-
Basın toplantısında konuşan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Erdem, hipertansiyonun Türkiye'de önemli sağlık sorunlarından biri olduğunu belirterek, ''3 erişkinden birinin tansiyonu yüksek durumda'' dedi.
Erdem, önümüzdeki 4 yıl içinde tansiyonu normal olanların bile yüzde 23'ünün hipertansif olacağını iddia etti. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşların aktif olarak hipertansiyonla uğraşması gerektiğini kaydeden Erdem, obezite ve tuz tüketiminin azaltılmasının önemine dikkati çekti. Erdem, ''Batılı toplumlar kişi başı günlük 12-14 gram olan tuz tüketimini 10 grama düşürdüler, 6 grama düşürmek için çalışıyorlar. Bizim de 18 gram olan tuz tüketimini hep birlikte indirmemiz gerekiyor'' diye konuştu.
-Hepatit B'nin tedavisinde başarı oranı düşük-
Başkent Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Birol Özer, dünyada 350 milyondan fazla insanın Hepatit B virüsü ile enfekte olduğunu bildirdi. Asya ülkelerinde hepatit B sorunun ciddi olarak devam ettiğini kaydeden Özer, 5 yıldır yeni doğanlarda aşılamanın başlamasıyla birlikte Türkiye'de hastalığın sorun olmaktan çıkacağını ancak erişkinlerde hastalığın öneminin devam ettiğini söyledi.
Hepatit B'nin tedavisinde ilaçla başarı oranının yüzde 10 olduğunu bildiren Özer, ''Türkiye'de 3 milyon kişi hepatit B virüsü taşıyor. 3 milyonun yüzde 10'u gerçekten tedavi olması gereken hasta grubu. 200 bin kişinin ciddi tedavi alması gerekiyor ama 39 bin kişiyi tedavi edebiliyoruz'' diye konuştu.
Dünyada 1 milyon civarında kişinin hepatit C virüsü taşıdığını bildiren Doç. Dr. Birol Özen, hepatit C hastalarının alkol kullanmamaları gerektiğini vurguladı.
-Bel ağrısı-
Kongre Genel Sekreteri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Ertenli, kronik hastalıkların arttığına dikkat çekerken, ''Kronik hastalıklardan kaynaklanan ölüm olayları Somali gibi geri kalmış ülkelerde bile enfeksiyon hastalıklarından ölenlerin sayısından daha fazla'' dedi.
Bel ağrısının şişe çektirme, bel çektirme, sülük koyma gibi yöntemlerle tedavi edilmeye çalışıldığını ifade eden Ertenli, ''Bu insanın cildini tahriş etmekten başta işe yaramıyor'' diye konuştu.
Erişkin yaş grubunda bel ağrısı sıklığının yüzde 70-80 olduğunu belirten Ertenli, bunların yüzde 90-95'ini basit bel ağrısının oluşturduğunu kaydetti. Her bel fıtığında ameliyat gerekmediğini vurgulayan Ertenli, bel fıtığının dinlenme ve ilaç kullanımı ile 4-12 hafta arasında geçebildiğini söyledi.
Kongre, 9 Ekim'de sona erecek.
yeşilçay faydaları,yeşil çay yararı,Yeşil çayın faydaları yıllar
Yeşil çayın faydaları yıllardır bilinen bir gerçek olsa da son yapılan araştırmalarda kilo almayı önlediği de ortaya çıktıYeşil çay içmek obezite sorunu olan insanlarda bile vücudun yağ emilimini azaltıyor ve kilo alımını önlüyor. Araştırma Amerika'daki Penn Eyalet Üniversitesi'nde obez fareler üzerinde yapıldı.
Testler süresince obez farelere yüksek yağ içeren bir diyet uygulandı. İki gruba ayrılan farelerde yeşil çayda bulunan EGCG maddesi verilen farelerin, verilmeyenlere göre yüzde 45 daha yavaş kilo aldıkları görüldü.
Araştırma görevlilerinden Joshua Lambert insanların ve farelerin beslenme şekillerinde bir fark olmadığını belirtti.
Testler süresince obez farelere yüksek yağ içeren bir diyet uygulandı. İki gruba ayrılan farelerde yeşil çayda bulunan EGCG maddesi verilen farelerin, verilmeyenlere göre yüzde 45 daha yavaş kilo aldıkları görüldü.
Araştırma görevlilerinden Joshua Lambert insanların ve farelerin beslenme şekillerinde bir fark olmadığını belirtti.
13 Ekim 2011 Perşembe
Kemoterapi bebeğe zararsız,Sadece erken doğum durumunda bebekleri etkileyebilir
Belçika’daki Leuven Üniversitesi uzmanları hamilelere uygulanan kemoterapinin bebeğe zarar vermediğini açıkladı.
Uzmanlar ilaçların erken doğum durumunda bebekleri etkileyebileceğini belirtti.
Bebek mamasına tuz atmayın Sağlıklı bir yetişkinin günlük alması gereken tuz miktarı 4-5 gram arasında değişirken, çocuklarda bu miktar 7 grama kadar çıkıyor
Aşırı tuz tüketimi hipertansiyondan mide kanserine kadar birçok hastalığa zemin hazırlıyor. Çocukluk çağında oluşturulan damak tadının gelecekteki tuz tüketimini etkilediğine dikkat çeken uzmanlar ise bu konuda özellikle annelere büyük görev düştüğünün altını çiziyor.
Türk toplumunun aşırı miktarda tuz tükettiğini söyleyen Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tekin Akpolat “İlerleyen yaşlarda insanlara tuzsuz yemek zor geliyor, oysa çocukluğundan beri tuzsuz yemeye alışan kişilerde bu sorun yaşanmıyor. Tuzsuz yemeye alışan bir çocuk ileride de tuzsuz yiyecekler tüketmek istiyor’’ diyor ve ekliyor.
“Bebeklerin ve çocukların yemeklerine çok az tuz atın ya da hiç atmayın. İnsanlar hiç tuz kullanmasalar bile düzenli ve dengeli beslendiklerinde vücudun ihtiyacı olan tuz miktarını tükettikleri sebze ve meyvelerden alıyor.”
Normal bir insanın günde 4-5 gram tuz tüketmesi gerekiyor. Oysa yapılan araştırmalarda Türk insanının günde ortalama 18-19 gram tuz tükettiği ortaya çıkmıştı.
Tuzun yol açtığı hastalıklar
- Hipertansiyon
- Mide kanseri
- Kalpte büyüme
- Kalp yetmezliği
- Böbrek taşı
- Kemik erimesi
- Böbrek hastalıkları
- Vücutta şişkinlik
Sık egzersiz yapan kadınlarda, erken menopoz riski daha fazla
Japonya'da yapılan bir araştırma, sık egzersiz yapan ve sağlıklı beslenen kadınlarda erken menopoz riskinin daha fazla olduğunu ortaya çıkardı
Araştırma, erken menopoza girme olasılığının sık egzersiz yapan kadınlarda yüzde 17, doymamış yağ ağırlıklı beslenen kadınlarda ise yüzde 15 oranında fazla olduğunu ortaya çıkardı.
Uzmanlar, egzersizin östrojen hormonu düzeyini düşürdüğü için erken menopoza yol açabileceğini belirtti.
Bilim adamlarından kadınlara iyi haber,Çikolata ye, sağlıklı kal
Çikolata ye, sağlıklı kal
Bilim adamları, çikolata tüketiminin kadınlarda kalp ve damar hastalıklarıyla felç riskini azalttığını ortaya çıkardı."Journal of the American College of Cardiology" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, felç riski çikolata tüketen kadınlarda, hiç tüketmeyenlere oranla yüzde 20 daha az.
Stokholm'deki Karolinska Enstitüsü'nde yapılan araştırmaya yaşları 49 ile 83 arasında değişen 33 bin İsveçli kadın katılmış.
Kakaoda bulunan antioksidan özelliğe sahip flavonoidler, düşük yoğunluklu lipoproteinlerin (kötü kolesterol) oksidasyonunu önlediği için kalp ve damar hastalıklarıyla felci engelliyor.
İlk kez Mayalar tarafından yüzlerce yıl önce yapılan ve sihirli olduğu düşünülen çikolatanın, tansiyonu düşürdüğü, insülin direncini azalttığı ve kan pıhtılarını önlediği de biliniyor.
Azı karar, çoğu zarar: Tuz Hipertansiyon hastalarının tedavisinde tuzun kısıtlaması kan basıncının kontrol altına alınmasında ilaç kullanımı kadar önemli...
Erk, resmi araştırmalara göre, kronik böbrek yetmezliği hastalığına yakalanma riskinin dünya ortalamasının yüzde 10 olduğunu, bu oranın Türkiye'de yüzde 14'e çıktığını aktararak, ''Ülkemizdeki bu oranı dünya ortalamalarına çekebilmek için somut çalışmalar gerçekleştirmemiz gerekiyor. Sağlıklı yaşam alışkanlıkları çocukluk çağlarında başlar. Bu konuda anne ve babalar, evdeki beslenme ve okulda tüketilen yiyeceklerin kontrolü ile sağlıklı nesillerin oluşmasına önemli değerler katabilirler'' diye konuştu.
Son dönem kronik böbrek yetmezliği hastalığının önemli ve önlenebilir nedenlerinden biri olan yüksek tansiyon hastalığının kalp sağlığı için de önemli bir sorun olduğunu anlatan Erk, şöyle devam etti:
''Tuz, fazla miktarda tüketildiğinde kan basıncını artıran, yüksek tansiyona neden olan, yüksek tansiyonun neden olduğu kalp-damar ve böbrek hastalıklarını oluşturan önemli bir gıda maddesidir. Genetik yatkınlık gibi durumlar bu faktöre eklendiğinde hipertansiyon hastası olmak kaçınılmaz hale gelir. Hipertansiyon hastalarının tedavisinde tuzun kısıtlaması, kan basıncının kontrol altına alınmasında ilaç kullanımı kadar önemli. Kan basıncının yükselmesine neden olan hipertansiyon, damarlar, kalp ve böbreklerde tahribata yol açarak bu hastalıkların ilerlemesine neden olur. Böbreklerin bir görevi de vücuttaki kan basıncını belirlemek olduğundan yüksek tansiyonu tetikleyen dış etkenler böbrek sağlığının da bozulmasına yol açıyor.''
Türkiye'de günlük tuz tüketimi
Timur Erk, Türkiye'deki toplumsal beslenme alışkanlıklarına bakıldığında günlük gıda tüketiminin en az yarısını ekmek ve unlu mamullerin oluşturduğunu, ortalama damak tadına göre de unlu mamullerin içinde önemli miktarlarda tuz bulunduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:
''Sağlıklı beslenmek, hipertansiyonu önlemek ve bu hastalığı tedavi etmek için günlük kişi başına ortalama 6 gram tuz tüketilmesi gerekirken 2008 yılında yapılan bir çalışmaya göre, ülkemizde kişi başına günlük ortalama 18 gram tuz tüketildiği ve bu miktarın yaklaşık 7,2 gramının beyaz ekmek ve unlu mamullerin tüketimi sonucu alındığı belirlenmiştir. Bu noktada alınması gereken başlıca önlem ise tuz tüketimin toplum sağlığı için önce bireyden başlayacak bir hareketle kısıtlanması ve sınırlandırılması, daha sonra da bunun toplumsal farkındalık olarak hayata geçirilmesidir.''
Tuzun bütün paketli gıdalara dayanıklılığı artırmak üzere girdiğini, soslar, işlenmiş etler, hazır çorba ve et suyu tabletleri, konserveler, turşu ve hatta tatlı bisküvilerde de belirli miktarda tuz bulunduğunu ifade eden Erk, toplumsal tuz tüketimi davranışı için şu tavsiyelerde bulundu:
''Tuzsuz ekmek veya tuzu azaltılmış ekmek ve unlu mamul üreten fırınların sayısını arttırmak için girişimlerde bulunulmalı. Üzerinde içerdikleri tuz miktarını yazan gıdaları tercih edilmeli, gıda üreticileri besinlerin içerdiği tuz miktarını yazmaya teşvik edilmeli, tuzu fazla miktarda içeren gıdalar daha az tüketilmeli. Çocuklara tuzun zararları anlatılmalı, okullarda tuzun zararlı olabileceği öğretilmeli. Gıda üreticilerinden daha az tuzlu besinler talep edilmeli. Sofralarda tuz bulundurulmamaya çalışmalı, yemeğin tadına bakmadan tuz atmadan vazgeçilmeli.''
Erk, ayrıca tuz tüketimin sınırlandırılmasıyla ilgili lokantalardaki tuzlukların masalardan kaldırılması ve ekmeklerdeki tuz oranlarının düşürülmesi amacıyla TBMM Sağlık Komisyonu ile bir proje üzerinde çalıştıklarını aktararak, bu kapsamda çeşitli çalışmalarda bulunacaklarını vurguladı.
Nezle ve gripten kurtulmanın yolları Havalar buz gibi soğudu. Herkes hasta! Peki bu hastalıklardan nasıl kurtulabiliriz?
Prof. Dr. Leblebicioğlu, yaptığı açıklamada, kış mevsimi nedeniyle artan soğuk algınlığı ve benzer hastalıklara karşı insanların dikkatli ve bilinçli olmaları gerektiğini söyledi.
Özellikle mevsim nedeniyle bu dönemlerde üst solunum yolu enfeksiyonlarının arttığına dikkat çeken Prof. Dr. Leblebicioğlu, şunları kaydetti:
''Nezle, virüslerin sebep olduğu ve acil tedavi gerektirmeyen bir enfeksiyon hastalığıdır. Toplumda grip ile nezle tabirleri eş anlamlıymış gibi kullanılmaktadır. Oysa bunlar farklı hastalıklardır. Nezle virüslerle meydana gelen bir hastalıktır ve hafif seyreder. Grip ise daha ani başlayan ve sıklıkla ateşin daha yüksek seyrettiği bir hastalıktır. Salgınlar yapar ve yatağa düşürür. Nezle veya grip için antibiyotik kullanmaya gerek yoktur.''
Antibiyotiklerin vücudun savunmasında rol oynayan mikroorganizmaları öldürerek hastalığa karşı daha dirençli mikroorganizmaların üremesine neden olduğunu belirten Leblebicioğlu, ''Bu nedenle kesinlikle hekime danışılarak ilaç kullanılmalıdır'' dedi.
İZMİR
Kulak burun boğaz uzmanı Doç. Dr. İsmail Özdemir, nezle veya gribe yakalananların bol su içmesinin ve tuzlu suyla gargara yapmasının günleri daha ağrısız ve dinç geçirmelerini sağladığını bildirdi.
Doç. Dr. Özdemir, yaptığı açıklamada, yeterli sıvı alınmadığında bakterilerin üremek için daha uygun ortam elde edeceklerini ve bu bakterilerin de sinüzit, bronşit gibi yeni hastalıklara davetiye çıkaracağını söyledi.
Grip veya soğuk algınlığı geçiren kişiye en çok su, meyve suyu, ılık ballı limonlu su ve tavuk veya et suyu öneren Özdemir, vücudun su kaybını artıran alkol, kahve, kafein içeren diğer içecekler ve asitli içeceklerden uzak durulmasını önerdi.
Vücudun yeterli suyu almaması durumunda, boğaz kuruluğu ve ağrı şikayetlerinin artacağını ifade eden Doç. Dr. Özdemir, tuzlu su ile gargara yapılmasının, kişinin ağrı ve kuruluk şikayetlerini büyük ölçüde azaltacağını kaydetti.
Özdemir, hastalık sürecinde nefes alamama ve tıkanıklığın da kişiyi çok rahatsız ettiğini, yan etkisi bulunmayan okyanus suyu ve benzeri spreylerin hastayı rahatlatacağını ifade etti.
Doç. Dr. Özdemir, grip virüslerinin soğuk ve kuru havaları sevdiğini, klimalar, elektrikli sobalar nedeniyle çoğu hastanın yeterli nem bulunmayan ortamlarda kaldığını, bu nedenle ortamın nemlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Aşırı nemli ortamların özellikle astım hastaları için uygun olmadığını ifade eden Doç. Dr. Özdemir, şöyle konuştu:
''Ortamdaki nemin yüzde 40-50'yi geçmemesi gerekir, nemin fazlası da azı gibi zararlıdır. Ayrıca kış aylarında geçirilen her rahatsızlıkta çözüm antibiyotiklerde aranmamalı. Antibiyotik soğuk algınlığı tedavisine yardımcı olmadığı gibi, gereksiz alındığında vücudun ilaca direnç kazanması nedeniyle daha sonra gerçekten kullanılması gereken durumda istenilen etkiyi sağlamayabilir.''
Uzman doktor Bahattin Ertekin de soğuk algınlığı, nezle ve grip olan kişilerin, hatalı ilaç kullanımı nedeniyle kimi zaman sağlıklarını ciddi ölçüde tehlikeye soktukları uyarısında bulundu.
İçindeki etken madde nedeniyle burun ve genizdeki ödemi azaltıcı ilaçları kalp ve tansiyon hastalarına önermediklerini belirten Ertekin, halk arasındaki temel yanlışın tüm soğuk algınlıklarını gribal enfeksiyon olarak kabul etmek olduğunu söyledi.
Gribal enfeksiyonun yüksek ateşle seyrettiğini kaydeden Dr. Ertekin, parasetamol içeren ilaçların yine aynı maddeyi içeren soğuk algınlığı ilaçları ile kullanılmasının da sakıncalı olduğunu kaydetti.
Ertekin, şu bilgileri verdi:
'''Bilinçsiz kullanılan ilaçlar karaciğer yorgunluğuna ve tahribatına yol açıyor. Bakteriyel enfeksiyonun söz konusu olduğu durumlarda antibiyotik kullanılır. Bunun dışında soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiğin yeri yoktur. Kış boyunca yaygın olarak görülen bu hastalıkların en etkin tedavisi dinlenmek, bol sıvı tüketmek ve kalabalık yerlerden uzak durmak. Yüksek ateş durumunda mutlaka doktora başvurulmalı.''
A.A. alintidir
Gripten korunmanın yolları (resimli)
Ellerinizi sık sık yıkayın
Ellerinizi yıkamak sizi birçok bulaşıcı hastalıktan olduğu gibi gripten de koruyacaktır. Bunun yanısıra bakterilerden korunmak için kullandığınız
Grip olan arkadaşlarınıza yaklaşmayın
Çevrenizde grip olan kişilere çok yaklaşmamaya ve telefon, bardak gibi eşyaları ortak kullanmamaya dikkat edin.
Beslenmenize dikkat edin
Bağışıklık sisteminizin zayıflamaması için düzenli ve dengeli beslenmeye özen gösterin.
Mevsime göre giyinin
Sonbahar-kış aylarına
Düzenli egzersiz yapın
Vücudunuzun mikroplara
Bal
Bal ve pekmezin soğuk havalarda vücudun ısınmasına
Yoğurt
Sağlıklı beslenmenin en önemli gıdası olarak tanınan yoğurt, araştırmanın sonuçlarına göre soğuk algınlığını önlüyor. Kaliforniya Üniversitesi araştırmacılarının yaptığı çalışmaya göre,
Amerikan Klinik Gıda Gazetesi'ne göre, sağlıklı
Sarımsak
Sarımsak, grip virüslerinin vücutta çoğalmasını engelleyen allicine ve aliin maddelerini bol miktarda içeriyor. Dolayısıyla günde 3-4 diş çiğ sarımsak
not:alıntıdır...
Grip İçin Şifalı Bitkiler. Gribe Ne İyi Gelir? Gripe karşı vücut direncinin artırılması, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gerekir.
Grip İçin Şifalı Bitkiler. Gribe Ne İyi Gelir?
Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak birçok hastalık için en iyi koruyucudur. Soğuk algınlığı, grip gibi hastalıklardan korunmak için önce bağışıklık sisteminin desteklenmesi önemlidir.
Enfeksiyona yakalanma olasılığının yüksek olduğu dönemlerde vücut direncini artırmak amacıyla doğal bağışıklık güçlendiriciler kullanılabilir.
Yine bol sıvı tüketimi ve istirahat etmek önemlidir. Bağışıklık sistemi kuvvetli olan kişilerde 5–7 gün yatak istirahatı ve bol sıvı alımıyla endişe edilecek durumların meydana çıkması önlenir.
Gripe karşı vücut direncinin artırılması, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gerekir.
Beta-glukan: Sık sık soğuk algınlığı veya gribe yakalanan kişiler için bağışıklığı destekleyici bir üründür. Bağışıklık sistemini güçlendirici doğal bir madde olan beta-glukan ekmek mayasından elde edilir. Bağışıklık hücrelerinin mikroorganizmaları daha etkili biçimde yok etmesini sağlar. Beta glukan, bağışıklık sisteminin gücünü hücresel düzeyde artırıcı etki göstermektedir.
Polisakkarit lif yapısında tamamen doğal bir madde olan beta-glukan herhangi bir yan etki göstermeksiniz bağışıklık sistemini kuvvetlendirmektedir. Hastalıklara karşı mücadelede zararlı etkenleri, mikroorganizmaları sindirip yok eden bağışıklık hücrelerinin aktivitesini artırmaktadır.
Beta-glukan gibi doğal bağışıklık güçlendirici, enfeksiyona yakalanma riskinin fazla olduğu dönemlerde vücut direncini artırma amacıyla kullanılmaktadır.
Hastalıklara yönelik koruyucu etkisi olan beta-glukanın bağışıklık üzerindeki uyarıcı etkileri yapılan bir çok araştırmayla tespit edilmiştir.
Mayo Klinik, Harvard ve Johns Hopkins Üniversitelerinde yapılan araştırmalar beta-glukanın bağışıklık sistemi üzerindeki etkisini göstermiştir.
Yulaf kepeği içinde Beta-Glukan olan besinlerin başında gelmektedir.
Beta-Glukan tablet şeklinde eczanelerde satılmaktadır. Günlük doz 10-20 mg dır.
Gribe İyi Gelen Bitkiler
Ekinezya: Ekinezya bitkisinin de bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkileri bulunuyor. Ekinezya enfeksiyonlara karşı vücudun direncini artırır. Çay ya da tablet olarak kullanılıyor. Ancak uzun süreli kullanımından kaçınılmalıdır. 2-3 hafta kullandıktan sonra ara verilmelidir.
Oto-immün hastalığı olanlar kullanmamalıdır.
Bazı ilaçlarla etkileşebilir.
Bazı kişilerde alerjik belirtilere neden olabilir.
UMKLAOBA: Güney Afrika’da yetişen Umklaoba bitkisinin köklerinden elde edilen özütler bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Bu bitkinin hem hücresel hem salgısal bağışıklığı güçlendirdiği belirtiliyor.
Bağışıklık sistemini güçlendirmenin başka bir yoluda probiyotik kullanımıdır.
Çinko da bağışıklığı güçlendiren bir mineraldir.
Not: Bağışıklık sistemi üzerinde etkili olan ilaçlar rastgele kullanılmamalıdır. Bağışıklık sistemi işlevlerinde bozukluk veya yetersizlik olanların bağışıklık sistemini destekleyici ilaçlar kullanması zararlı olabilir. Bağışıklık sistemi yetersizliğine bağlı hastalığı olan kişiler doktorları önermedikçe kullanmamalıdır.
Grip ve Soğuk Algınlığı
Soğuk Algınlığı, çeşitli virüslerin neden olduğu, üst solunum yollarında bazı belirtilere sebep olan hafif seyirli bir rahatsızlıktır. Soğuk algınlığında genel olarak burun tıkanıklığı, hapşırma ve boğaz ağrısı yaşanır.
Grip; öksürük, ateş, halsizlik, baş ağrısı ve kas ağrılarıyla seyreden akut bir virüs hastalığıdır.
Soğuk algınlığında yüksek ateş ve genel durum bozukluğu görülmezken gripte çok yüksek ateş, genel durum bozukluğu ve araya giren seconder bakteriyel enfeksiyonlar gözlenebilir. Gripte baş ağrısı, kas ağrıları ve ateş daha ön planda görülür.
ALINTIDIR:::
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)